ATATÜRK DİYOR
Kİ!
TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ
Karşımızdaki düşmanlık
ve büyük kötülük dünyasına karşı seslenmeli ve cevap vermelidir. Milletin en
yetkili ağzı ancak millet olabilir. Bir kez meclis açılsın, olacak şey değil
ya olayların etkisiyle Ankara'yı bırakmak zorunda bile kalsak, yerimizi değiştireceğimiz
her yöreden daha büyük bir yetki ve güçle bağırabiliriz. Milletimizin kurtuluşunu
ve geleceğini vatanımızın son kaya parçası üzerinde dahi savunacağız ve kesinlikle
başarılı olacağız. (Mart 1920, Y.N.)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükûmeti, millîdir; tamamiyle maddidir, gerçekçidir. Var sanılan ülküler
arkasında, o ülkülere ulaşmak için değil, fakat ulaştırmak hülyasiyle milleti
kayalara çarparak, bataklıklara batırarak, en sonunda kurban ederek mahvetmek
gibi cinayetten kaçınan bir hükûmettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün
programlarının ilkesi şu iki esastır: Tam bağımsızlık, kayıtsız ve şartsız millî
egemenlik! (Ocak 1921, S.D.II)
Her halde millet
hükûmetin bekçisi olmak gerekir. Çünkü, hükûmetin yaptığı işler olumsuz olup
da millet itiraz etmez ve düşürmezse bütün kusur ve kabahatlara katılmış demektir.
(Aralık 1920, S.D. II)
Millet bizi buraya
gönderdi. Fakat, ömür boyunca biz burada ve bu milletin yönetimini ve egemenliğini
mirasa konmuş gibi temsil etmek için toplanmış değiliz.
(Aralık 1921, S.D. I)
Efendiler, bizim
hükûmetimiz demokratik bir hükûmet değildir, sosyalist bir hükûmet değildir
ve gerçekten kitaplardaki hükûmetlerin, islâmî niteliği bakımından, hiç birine
benzemeyen bir hükûmettir. Fakat, millî egemenliği, millî iradeyi belirten bir
hükûmettir, bu nitelikte bir hükûmettir. Sosyal bilim bakımından bizim hükûmetimizi
ifade etmek gerekirse (halk hükûmeti) deriz. Efendiler, biz hakkımızı koruyup
gözetmek, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, milletin
bütünlüğümüzce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen
kapitalizme karşı milletin tümüyle savaşmayı caiz gören bir mesleği izleyen
insanlarız. O halde bu ve bu gibi teşviklerle ve izahlarla hükûmetimizin dayandığı
esasın toplum bilime dayanan bir esas olduğunu açık bir surette görürüz. Fakat
ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye
benzemiyormuş! Efendiler, biz benzememekle ve benzememekle öğünmeliyiz! Çünkü,
biz bize benziyoruz, efendiler! (Aralık 1921, S.D. II)
Arkadaşlar, bir
hükûmet iyi midir, fena mıdır? Hangi hükûmetin iyi veya fena olduğunu anlamak
için, hükûmetten amaç nedir, bunu düşünmek gerekir. Hükûmetin iki amacı vardır.
Biri milletin korunup gözetilmesi, ikincisi milletin refahını sağlamak. Bu iki
şeyi sağlayan hükûmeti iyi, sağlamayan fenadır. (Mart 1923, S.D. II)
Saltanat devrinden
Cumhuriyet devrine geçebilmek için herkesin bildiği gibi, bir geçiş devresi
yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen mücadele etti.
O fikirlerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları
belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi kurmaktı.
Bu bizim fikrimizdi. Biz fikrimizi, açık söylemekte mahzur görüyorduk. Ancak
görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanında tatbik edebilmek
için, saltanat taraftarlarının fikirlerini tatbik sahasından uzaklaştırmak mecburiyetinde
idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa Anayasa yapılırken, saltanat taraftarları,
padişahın ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi.
Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o ciheti söylemeden
geçmekte fayda görüyorduk.
Devlet idaresini,
cumhuriyetten bahsetmeksizin, millî hakimiyet esasları dairesinde, her an cumhuriyete
doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye çalışıyorduk.
Büyük Millet Meclisi'nden
daha büyük makam olmadığını aşılamada ısrar ederek saltanat ve hilâfet makamları
olmaksızın, devleti idare etmek mümkün olduğunu ispat etmek lüzumlu idi.
Devlet reisliğinden
bahsetmeksizin, onun vazifesini fiilen Meclis reisine gördürüyorduk.
Fiiliyatta, Meclisin
reisi, ikinci reis idi. Hükûmet vardı. Fakat "Büyük Millet Meclisi"ni
taşırdı. Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik saltanatçılar,
padişahın yetkisini kullanma lüzumunu ortaya atacaklardı.
İşte, geçiş devresinin
bu mücadele safhalarında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz,
aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti sistemini, haklı olarak eksik bulan,
meşrutiyet şeklinin açıkca ifadesini temine çalışan mualiflerimiz, bize itiraz
ediyorlar, diyorlardı ki, bu yapmak istediğiniz hükûmet şekli neye, hangi idareye
benzer? Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu nevi suallere, bizde,
zamanın gereğine göre cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zaruretinde
idik. 1927 (Nutuk II, S. 838 - 839)
Biz dahi, uygulanamayacak
fikirleri, nazarî bir takım teferruatı yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik.
Öyle yapmadık. Milletin, maddî ve manevî yenileşme ve gelişmesi yolunda yaptığımız
işlerle, söz ve nazariyattan önce davranmayı tercih ettik. Bununla beraber "Egemenlik
milletindir.", "Türkiye Büyük Millet Meclisinin haricinde hiçbir makam,
millî mukadderata hâkim olamaz.", "Bütün kanunların düzenlenmesinde,
her nevi teşkilatta, idarenin bütün teferruatında, genel eğitimde, iktisadî
işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır", "Saltanatın
ilgası hakkındaki karar değişmez kuraldır." Gibi bilinmesi lâzım gelen
mühim noktalar ve... gibi acele ihtiyaçlar prensiplerden hariç kalmamıştı. 1927
(Nutuk II, S. 719)
Egemenlik ve saltanat
hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa
ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları,
zorla Türk milleti'nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat
olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu
mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek
kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete
saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız? Meselesi değildir.
Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka
olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce
uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır.
Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. 1922 (Nutuk II, S. 691)
Bugün maziden kuvvetliyiz.
Bugün maziye nisbetle daha büyük bir kabiliyet ve yaşama kudretine malikiz.
Bu üstünlüğü yapan nedir? Bunun gerçek sebepleri iki kuralın kavramında saklıdır.
Bu kurallardan birisi Misakı Millî, ikincisi egemenliği kayıtsız şartsız milletin
elinde tutan anayasamızdır. Zorlayıcı hadiselerin sevk ve tesiri altında toplanan
yüksek Meclisiniz, bu devlet ve milletin şekil ve niteliğin en kesin bir tarzda
tesbit etmiş ve anayasa ile onun kesin hükümlerini teyit ve takviye eden 1 Kasım
1922 kararını çoğunlukla kabul ederek yeni Türkiye Devletinin esaslarını ortaya
koymuştur.
Misakı Millî ismi
altında tanıyarak gerçekleşmesi uğrunda bütün milletin ömrünü tüketmeyi göze
aldığı kurtuluş beratımızın kudret, kuvvet ve niteliği ne ise 1 Kasım kararının
da kıymet ve ehemmiyeti odur. Misakı Millî vatanın dış düşman karşısındaki vaziyet
ve yerini tesbit eden bir kural olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı da asırlardan
beri cahillik ve şaşkınlığın koruyucusu, düşkünlük ve uğursuzluğun babası bulunan
ve milletimiz için dahilî ve daimî bir düşman olan, ferdî saltanata ve onun
temsil ettiği uğursuz bir idare şekline yönelmiş bir mukaddes silâhtır. Asırlarca
ve asırlarca müddet mert ve kahraman bir azme belirti sahası olmuş bir vatanı
düşmana teslim etmek cüretini gösterenler, o cüreti ancak o idarenin ruhunda,
şeklinde ve mahiyetinde bulmuşlardı. 1922 (Atatürk'ün S.D. I, S. 297)