ATATÜRK DİYOR
Kİ!
Millî mücadele
ve Kurtuluş Savaşı
Millî mücadelenin
maksat ve gayesi tam istiklâlini ve kayıtsız-şartsız egemenliğini sağlamak ve
sürdürmektir. Millet, dış istiklâlini kazanmak için, lâzım gelen hattı hareketini
misakı millî ile ifa etmiştir. Millî hakimiyetini elde edebilmek için, takibi
lâzım gelen hareket hattını da Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile tesbit etmiştir.
(1923)
Esas Türk milletinin
haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlık
edinilmesiyle sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bayındır olursa olsun bağımsızlıktan
yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumunda yüksek bir
işlem için değer taşıyamaz. Yabancı bir devletin koruma ve esirgemesini benimsemek
insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçyetmezliği ve uyuşukluğu benimsemekten
başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılığa düşmemiş olanların, isteyerek
başlarına bir yabancı getirmeleri asla düşünülemez.
Oysa, Türk'ün haysiyet
ve kendine inanı ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa
yok olsun daha iyidir!
Dolayısıyla ya
istiklâl, ya ölüm!
Biz haklarımızı
ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz çarpışmanın kutsallığı düşüncesinde
ve hiçbir gücün bir milleti yaşamak hakkından yoksun kılınmayacağı inancındayım.
(Nutuk)
Memleketin ellide
biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz
bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.
1920
Ben, 1919 senesi
mayıs içinde Samsun'a çıktığım gün elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız
büyük Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek
ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu millî kuvvete, bu Türk Milleti'ne güvenerek
işe başladım.
Ben, Türk ufuklarından
bir gün mutlaka bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına,
bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.
1937
Milletimiz çok
büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve aşağılığı kabul etmez. (1919)
Ben ve benim gibi
birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü
zaman görevli oldukları, vicdanen, namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları
vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar. Bunu elbette yapacaklardır. Yapmaları mecburi
idi, vicdani idi, insani idi, millî namus gereği idi. Ben bu mukaddes esasların
dışında hareket edebilir mi idim? Efendiler; elbette edemezdim. Türk Milleti'nin
hakiki hiçbir ferdi bu gereklerin haricinde hareket edemezdi. Ben elbette bu
elim manzara karşısında vicdanımın emirlerine muhalif, millî namusumuza aykırı
hareket edemezdim. (1925)
Bağımsızlık gayesinin
elde edilişine kadar, tamamiyle milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım
namına yemin ettim. Artık benim için Anadolu'dan hiçbir yere gitmemek katidir.
(1919)
Millî irade kendi
istikametinde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek
uyanış ve coşkunluk hasıl olmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve vazifede kusur
etmemek temel şarttır. (1919)
Millî dava ancak
bu inan, bu irade ve azimle gerçekleştirilecektir. Yaşaması ve muzaffer olması
gereken değersiz şahıslarımız değil, millî kurtuluşu temin edecek olan fikirlerdir.
(1919)
Aziz ve mübarek
vatanımızı kurtarmak için bütün aydınların, herkesin hazır olması lâzımdır.
İstanbul'a gitmeyeceğiz. Anadolu, en büyük hazinedir. Vatanın sinesinde kurtuluş
çarelerini beraberce ölünceye kadar aramaya, temin etmeye çalışacağız. (1919)
Bazı arkadaşların
yoksulluk içinde bu büyük dâvanın başarılamayacağını zannederek, memleketlerine
dönmek arzusunda olduklarını duydum. Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvaya
silâh zoruyla davet etmedim, görüyorsunuz ki sizi burada tutmak için de silâhım
yoktur. Dilediğiniz gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz
ki, bütün arkadaşlarım beni yalnız bırakıp gitseler, ben bu Meclis-i Âli'de
tek başıma kalsam da, mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal
ederek Ankara'ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silâhımı, bir elime de
Türk bayrağını alıp Elma Dağı'na çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma
kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit
olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken, ben de milletim uğruna hayata
veda edeceğim. Huzurunuzda buna and içiyorum. (1920-Birinci Büyük Millet Meclisi'nin
gizli celsesinde)
Millî müdafaamızı;
düşmanların bayrakları, babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terkedemeyiz.
İstanbul mabedleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları
üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemize devam etmeye
mecburuz. Kendi hükûmetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı
esareti bahasına nail olacağımız huzur ve mutluluktan bin kere üstündür. (1920)
Osmanlı Devleti'nin
temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı.
Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da
taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı,
padişah, halife, hükûmet, bunlar hepsi anlamı kalmamış birtakım mânasız sözlerden
ibarettir. O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
Bu vaziyet karşısında
bir tek karar vardı. O da millî egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız müstakil
yeni bir Türk Devleti tesis etmek!
İşte, daha İstanbul'dan
çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz
uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur. (1927)
Harcici siyasetimizde
başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak, hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi,
namusumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz. Şimdiki medeniyetin devletler arası
münasebetlerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özeti
demek olan "her milletin kendi mukadderatına kendisinin hâkim olması"
hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu
hakkımızın kayıtsız şartsız talebimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan
kanların mesuliyeti şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, millî davamızı takipten
yıldıracak hiçbir vasıta, hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız,
bizim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf yaratıkların bile bu isteğe
karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini müdaafaya çalışmasından daha
tabii bir şey yoktur. (1921)
Bizi imha etmek
görüşü karşısında mevcudiyetimizi silahla muhafaza ve müdafaa etmek pek tabiîdir.
Bundan daha tabiî ve daha meşru bir hareket olamaz. (1921)
Düşmanın mükemmel
ve kuvvetli ordularını mağlup etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret,
dâvamızın meşruluğundandır. Gerçekten, biz millî hududumuz dahilinde hür ve
müstakil yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz Avrupa'nın diğer milletlerinden
esirgenmeyen, haklarımıza tecavüz edilmemesini istiyoruz. (1921)
Biz bir amaç takibediyoruz.
Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de
onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun
içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak milletimizin muayyen
hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz.
Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı
ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan
savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş
köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyliyeyim;
efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir.
Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır. (1920)
Millî mücadeleyi
yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlâtlarıdır. Millet,
analarıyla, babalarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine ülkü edindi. Millî
mücadelede şahsî hırs değil, millî ülkü, milli izzetinefis hakiki etken olmuştur.
(1925- Atatürk'ün S.D. II, S. 231)
Ben, memleket ve
milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim inancıyla Anadolu'ya geçtiğim ve
amacın gerektirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman cebimde, emrimde beş para
olmadığını söyleyebilirim. Fakat parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak
olduğum hedefe yönelmiş adımları durdurmaya değil, zerre kadar azaltmaya dahi
sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk, yürüdükçe, muvaffak oldukça
maddi güçlükler kendiliğinden ortadan kalktı.
Türk Milleti, kendisi
için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışan müteşebbisleri, heyetleri güçlükler
karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek şeref hisleriyle
donanmıştır. (1926- Atatürk'ün B.N.S. 103-104)
Hattı müdafaa yoktur,
sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın
kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu
mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada,
tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın
çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide
nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Vatan mutlaka selâmet
bulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi selâmetini, kendi saadetini
memleketin ve milletin saadeti ve selâmeti için feda edebilen vatan evlâtları
çoktur. (Nisan 1922)
Birinci İnönü Meydan
Muharebesi, inkılâp tarihimizin çok mühim, çok verimli bir sayfasıdır. Gelecek
nesiller ve bütün dünya bu sayfayı araştırıp inceledikçe Türk inkılâbını yapan
bugünkü Türk ordusunu ve bu orduyu bağrından çıkaran bugünkü Türk Topluluğunu,
elbette saygı ile anacak ve takdir edecektir. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, S.205)
Birinci İnönü,
muharebe meydanının ufuklarında yükselen zafer güneşi, Türk milletinin yüksek
fazilet ve mâneviyatının belirtisidir. Bu doğuş karşısında büyük bozgunlar oldu...
Birinci İnönü Zaferi,
İkinci İnönü Zaferinin, Sakarya büyük kanlı savaşının ve en nihayet Türk vatanının;
Türk bağımsızlığının ilk zafer müjdecisi olmuştur. Bu sebeple Birinci İnönü
Meydan muharebesini kazanan Türk ordusunun bütün mensupları, dünya tarihinde
unutulmaz şanlı bir menkibe sahibi olarak ebediyen yaşayacaklardır. 1925 (Atatürk'ün
S.D. II, S.206)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi ordusunun Sakaryada kazanmış olduğu meydan muharebesi pek büyük bir
meydan muharebesidir. Harb tarihinde benzeri belki olmıyan bir meydan muharebesidir.
Büyük meydan muharebelerinden biri olan Mukden Meydan Muharebesi dahi yirmibir
gün devam etmemiştir. 1921 (Atatürk'ün S.D. I, S.177)
Subaylarımızın
kahramanlıkları hakkında söyliyecek söz bulamam, yalnız ifadede isabet edebilmek
için diyebilirim ki, bu muharebe subay muharebesi olmuştur. Bu sebeple subay
arkadaşlarımın en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar kıymet ve fedakârlıklarını
bütün kalb ve vicdanımla ve takdirlerle yadeylerim. Fertlerimizi methüsenadan
çok yüksek görürüm. Zaten bu milletin evlâdı başka türlü tasavvur edilemez.
Bu milletin evlâtlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için ölçü bulunamaz.
Askerlerimiz hakkında yeni bir şey ilâve etmek isterim: Kahraman Türk askeri,
Anadolu muharebelerinin mânasını anlamış, yeni bir ülkü ile muharebe etmiştir.
Böyle evlâtlara
ve böyle evlâtlardan mürekkep ordulara malik bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını
bütün mânasiyle muhafaza etmeğe muvaffak olacaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından
mahrum etmeğe kalkışmak hayal ile vakit geçirmektir. 1921 (Atatürk'ün S.D. I,
S. 178)
Afyonkarahisar-Dumlupınar
meydan muharebesi ve onun son devresi olan 30 Ağustos Türk tarihinin en büyük
bir dönüm noktasını teşkil eder. Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle
doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar keskin neticeli
ve bütün tarihte, yalnız bizim tarihimizde değil, dünya tarihinde yeni yön vermekte
kesin tesirli böyle bir meydan muharebesi hatırlamıyorum. 1924 (Atatürk'ün B.N.,
S. 81-82)
Bu Anadolu zaferi
tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar
kadir ve ne kadar zinde bir kuvvet olduğunun en güzel bir misali olarak, kalacaktır.
1922 (Atatürk'ün S.D. I, S. 260)
Biz, bu harekâtı,
neticesini tamamen bilerek yaptık. Bütün bunlar belki bütün dünyaya hayret verecek
niteliktedir. Onun için ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar
bu muazzam eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar. Fakat;
hiçbir vakit öyle değildir. Hareket bütün teferruatına kadar tamamen düşünülmüş,
tespit olunmuş, hazırlanmış, idare edilmiş ve neticelendirilmiştir. 1922 (Atatürk'ün
S.D. I, S. 256)
Milletin mukadderatını
doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen,
tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin,
yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi
yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir
memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı,
bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden
dolayı tebrik ediyorum. 1922 (Atatürk'ün S.D. I, S.240)
Afyonkarahisar-Dumlupınar
Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden
ve kılıçtan kurtulanları Akdenize, Marmaraya döken harekâtımızı izah ve tavsif
için söz söylemekten kendimi müstağni sayarım.
Her safhasiyle
düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu
harekât, Türk ordusunun, Türk subay ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını
tarihte bir daha tesbit eden muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin
hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölmez âbidesidir. Bu eseri meydana getiren
bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan daima mesut ve bahtiyarım.
1927 (Nutuk II, S. 677)
30 Ağustos Bayramında
tebrikleri kabul ederken:
Bu zaferi kazanan
ben değilim. Bunu, asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında
can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz
yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların
herbirinin adını Kocatepe'nin sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin
ortak bir adı vardır: Türk askeri... Tebriklerinizi onların namına kabul ediyorum!...
1928 (İbrahim Necmi Dilmen, Atatürk Anekdotlar, Der: Kemal Arıburnu, S. 120)
Bütün arkadaşlarımın
Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini gözönüne alarak ilerlemesini
ve herkesin fikri güçlerini ve kahramanlık ve vatanseverlik kaynaklarını yarışırcasına
göstermeye devam etmesini isterim.
Ordular; ilk hedefiniz
Akdenizdir. İleri! 1922 (Atatürk'ün T.T.B. IV, S. 449)
Türk kumandanları,
kumanda etmesini, Türk askeri ölmesini bildi. Harbi kazanışımızın sırrı bundan
ibarettir. 1922 (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, S. 90)
Vatanın kurtuluşu,
milletin görüş ve idaresi kendi alınyazısı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu
zaman başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla olumlu ve kesin
neticelere ermiş. 1922 (Atatürk'ün T.T.B. IV, S.459)
Memleketimizi hiçbir
hak ve adalete dayanmayarak çiğnemek ve çiğnetmek teşebbüsü, muzaffer ordumuzun
fedakârane ve cansiperane gayretiyle lâyık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve
milletimiz, tarihin nadir kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır.
1923 (Atatürk'ün S.D. I, S. 290)
Şunu bir gerçek
olarak biliniz ki, şeref hiçbir vakit bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer
yapılan işler mühimse, gösterilen muvaffakiyetler belli ise, inkılâplar dikkati
çekici ise her fert kendini tebrik etmelidir. Çünkü böyle büyük şeyleri ancak
çok kabiliyetli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her ferdi, böyle
en kabiliyetli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik
etsin. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S.123)
Bütün bu muvaffakiyet
yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün muvaffakiyet, bütün milletin azim
ve imanıyla çalışmasını birleştirmesi neticesidir. Kahraman milletimizin ve
seçkin ordumuzun kazandığı başarı ve zaferlerdir. 1928 (Atatürk'ün S.D. II,
S. 76-77)
Kahraman Türk ordularının
kazandıkları büyük zaferlerde şahsıma düşmüş olan vazifeleri yapabilmişsem çok
bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söyliyeyim ki; benim,
ordularımızı yönelttiğim hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının
ve kumandanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, azimlerinin, ülkülerinin yönelmiş
olduğu hedefler idi. 1928 (Atatürk'ün S.D. II, S. 228)
Her safhası vatan
için, evlâtlarımızın torunları için şerefli hâdiselerle dolu büyük bir kahramanlık
menkıbesi teşkil eden Anadolu muharebelerinin heyecan veren tafsilâtını tarihin
diline terkediyorum. Millet; milletin ruh sanatı, musikisi, edebiyatı ve bütün
estetiği, bu kutsal mücadelenin ilâhî nağmelerini sonsuz bir vatan aşkının coşkun
heyecanlarıyla daima şakımalıdır. 1923 (Atatürk'ün S.D. I, S.305)
Geçirdiğimiz buhranlı
günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber kutlayalım. Onlar arasında muharebe
meydanlarında düşman silâhiyle göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda,
ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında
namuslarına tecavüz edilmiş, ebediyen ağlamağa mahkûm genç kızlar da vardır.
Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır
ve yine onlar arasında muharebedeki namus vazifesini şerefle yaparak bugün memleketlerine
dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehitlik şarabını içmiş olanların ruhlarına
fatihalar sunalım. 1923 (Atatürk'ün S.D. I, S. 308-309)